Geçtiğimiz ayın en önemli olayı kuşkusuz Danıştay’ın Türk Telekom’un 1 Mart tarihinde yürürlüğe giren telefon tarifelerinin yürütmesini durdurmasıydı. Şehiriçi telefon görüşmeleri ve sabit ücretlere yapılan zamla, tüketicilerin daha fazla para ödemesine ve uzak mesafe telefon görüşmelerine yapılan ölçüsüz indirimle, bu alandaki rekabeti yok etmesi nedenleriyle çok eleştirilen bu tarife ortadan kaldırılmış oldu.
Geçtiğimiz ayın en önemli olayı kuşkusuz Danıştay’ın Türk Telekom’un 1 Mart tarihinde yürürlüğe giren telefon tarifelerinin yürütmesini durdurmasıydı. Şehiriçi telefon görüşmeleri ve sabit ücretlere yapılan zamla, tüketicilerin daha fazla para ödemesine ve uzak mesafe telefon görüşmelerine yapılan ölçüsüz indirimle, bu alandaki rekabeti yok etmesi nedenleriyle çok eleştirilen bu tarife şimdilik durdurulmuş oldu. Esas kararın da temmuzun 3.haftasında verilmesi bekleniyor.
Telekomünikasyon tarihimizde ilk defa yaşanan bu olayı her kesimin iyi anlaması ve dersler çıkarması gerektiğini düşünüyorum. İsterseniz bu süreçte yaşananları ve terifenin iptal edilmesinin nedenlerini kısaca birlikte gözden geçirelim;
Sabit telefonlar, tüm dünyada cep telefonuna müşteri ve Pazar kaybediyorlar. Türk Telekom’da cep telefonu işletmecileri ile rekabet ederek bu eğilimi yavaşlatmak için tarifelerini düşürdüğünü iddia etti.
Ancak bunu yaparken, bu tarife değişikliğinden en çok zarar görecek olan ve henüz pazara giriş aşamalarında olan yeni işletmecilerin durumunu göz ardı etti. Halbuki yeni işletmecilerin de iş yapabilmesine imkan verecek ve kendi kontrolünde olan kiralık hat, ortak yerleşim, tesis paylaşımı, yerel ağın paylaşıma açılması vs. gibi temel maliyet kalemlerinde bir indirim yapmadı. Sadece arabağlantı kaleminde bir indirim oldu.
Türk Telekom bu indirimleri yapmadığı gibi, gelirlerini arttırmak için rekabetin olmadığı alanlarda zam yapmayı tercih etti. Bu arada da, sivil toplum kuruluşlarının gücünü ve tüketicinin tepkisini ihmal etti.
Telekomünikasyon Kurumu, sektörün geleceğini etkileyecek bu önemli karar öncesinde, karardan birinci derecede etkilenecek olan ilgili sektör temsilcilerinin görüşlerini almadı. Bunun yerine kendi içinde yaptığı bir takım hesaplamaları geçerli saydı.
Bu sürecin sonuçlarını şöyle özetlemek mümkün;
Tüketici kazanmıştır. Tüketici sivil toplum kuruluşları, tüketicinin kalıcı yararının gerçek rekabetin oluşması ile ortaya çıktığının bir kez daha farkına varmışlardır.
Türk Telekom’un ve benim düşünceme göre korunması gerekenlerin en başında gelen Telekomünikasyon Kurumu’nun saygınlığına olumsuz bir etki oluşmuştur.
Serbest rekabetin oluşturulması ve bu amaçla yapılması gerekenlerin yeniden tasarlanması için yeni bir fırsat doğmuştur.
Yeni işletmecilerin ve onların temsilcisi olan Telkoder’in, önemli bir güç olduğunun bundan böyle herkes tarafından hesaba katılması gereği açıkça anlaşılmıştır.
Türk Telekom’un yeni tarifeleri önünde, yargının gerekçeleri ile yeni sınrlamalar ortaya çıkmıştır.
Bu süreçte taraf görünmeyen ve hiç birşey yapmayan cep telefonu işletmecileri hem tarifeler açısından, hem de toplumda algılanış açısından en karlı çıkan taraf olmuştur.
6 ay süren bu belirsizlik döneminde yeni işletmeciler, yatırım kararlarını ve iş geliştirme süreçlerini ertelemişlerdir. Serbestleşme açısından çok kıymetli olan 6 aylık bir süre kaybedilmiştir. Serbestleşmenin ana unsuru olan girişimci yeni işletmeciler güç kaybetmiştir.
Bundan sonra tüm tarafların alacakları kararlarda, yaşanan süreç ve ortaya çıkan sonuçları dikkate almalarının, hem kendileri hem de toplum açısından yararlı olacağını düşünüyorum.
Bunun gerçekleşmesi için, Türk Telekom, cep telefonu işletmecileri, yeni işletmeciler, Telekomünikasyon Kurumu ve Bakanlık gibi tüm tarafların “Serbest rekabet altında pazarı büyüterek, paylaşmak” ilkesini benimseyerek, adımlarını bu yönde atmaları gerekecektir.
Bu ilkeye uygun düşmeyen Türk Telekom’un “yeni evliler” kampanyası, TTNet’in ADSL’de başlattığı “yaz fırtınası” kampanyası gibi uygulamalar, korkarım yeni yargı müdahalelerine uğrayacaktır.
Aslında Telekomünikasyon Kurumu, Rekabet Kurumu gibi düzenleyici ve denetleyici kuruluşların görev alanları ile yargının görev alanı arasında çok yakın bir ilişki ve ince bir çizgi bulunmaktadır. Düzenleyici ve denetleyici kuruluşların yapacakları işlemlerin yargıya götürülmemesi için çok dikkatli olmaları ve öncelikle yeni işletmecilerin varlık ve yaşamaları olmak üzere, tüm tarafların haklarını gözetmeleri gerekmektedir. Aksi halde yargının ,düzenleyici kuruluşun hatalarını sürekli düzeltmeye başlaması gibi istenmeyen sonuçlar ile karşılaşılabilir.
Yukarıdaki örneğin yanı sıra bir kaç örnek daha vermek gerekirse, Nisan 2006 tarihinde verilen Kablo Platform işletmeciliği lisansları, konunun Türksat tarafından kasten yargı sarmalına sokulması neticesinde, lisans alan işletmeciler tarafından hiç kullanılamamış, hatta lisansın kapsamı hakkında yargı müdahalesi ortaya çıkmıştır. Lisansı veren taraf olan Telekomünikasyon Kurumu’nun, bu lisansların kullanılabilmesini sağlaması ve kapsamını düzenlemesi gerekmektedir.
Telekomünikasyon Kurumu tarafından henüz düzenlemesi yapılmamış “Çıplak DSL” (Naked DSL), yani abonenin telefon abonesi olmadan, ADSL abonesi olabileceğine ilişkin, Kocaeli Tüketici Hakem Heyetinin aldığı bir karar bulunmaktadır. Telekomünikasyon Kurumu, yargının kendi görevini devir almasının önüne geçebilmesi için, bu konudaki düzenlemesini en kısa sürede uygulamaya koymalıdır.
Yukarıdaki örneklerden de görülebileceği gibi düzenleyici ve denetleyici kuruluşların kendi görevlerini yaparken, yargı müdahalelerinden kaçınmanın yanı sıra serbestleşmenin gereklerini de eksiksiz ve gecikmesiz yerine getirmek gibi zor bir görevleri bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu yüzden sektörde yer alan tüm taraflar, bu kuruluşların görevlerini yerine getirebilmeleri için ellerinden geleni yapmak zorundadırlar.