TELKODER Başkanı Yusuf Ata Arıak, şehiriçi lisanslar için ödenecek bedellerin Bakanlar Kurulunca henüz onaylanmadığına işaret ederek, Bakanlar Kurulu onayı olmadıkça lisans verilmesinin ve firmaların bu alana yatırım yapmasının sözkonusu olamayacağını dile getirdi.
Şehiriçi telefon görüşmesinin rekabete açılması sektör tarafından merakla beklenirken, Telekomünikasyon Kurumu’nun bu alana ilişkin lisanları verebilmesi Bakanlar Kurulu Kararı’na bağlı. Serbest Telekomünikasyon İşletmecileri Derneği (TELKODER) Başkanı Yusuf Ata Arıak, şehiriçi lisansalar için ödenecek bedellerin Bakanlar Kurulunca henüz onaylanmadığına işaret ederek, Bakanlar Kurulu onayı olmadıkça lisans verilmesinin ve firmaların bu alana yatırım yapmasının sözkonusu olamayacağını dile getirdi.
Yusuf Ata Arıak, konuya ilişkin ikinci bir noktaya daha dikkat çekerek, şehiriçi telefon görüşmesinin rekabete açılmasının sonuçlarının görülebilmesi için; lisans aldıktan sonra asgari 6 aylık bir zamana ihtiyaç olduğunun altını çizdi. Arıak, “Henüz lisanslar verilmediği için şu an sektör aslında kan kaybederek bekliyor. Bu gecikme çok vahim bir gecikme” diye konuştu.
Şehirlerarası ve milletlerarası telefon görüşmelerinin yaklaşık 4 yıl önce rekabete açıldığını anımsatan Arıak, ancak şehiriçi rekabete açılmadığı ve lisansları verilmediği için ciddi bir rekabet oluşturmanın mümkün olmadığını vurguladı.
Arıak, Türk Telekom’un tarifeleri belirlenirken, şehiriçi görüşmelerde hep yükseltmeye gidildiğinin üzerinde durarak, buna karşın rekabetin olduğu tarafta ise hep büyük indirimler yapıldığını söyledi. Arıak, Telekomünikasyon Kurumu’nun, şehiriçi lisansların verilmesiyle ilgili yönetmeliği çok gecikmiş olmasına rağmen çıkarmış olmasının olumlu bir gelişme olduğunu kaydetti.
Şehiriçi telefon görüşmesi ve bu tür yeni hizmetlerin verilmesinin Türk Telekom’un altyapısı kullanılarak mümkün olduğunu dile getiren Arıak, bu nedenle özel sektörle, Türk Telekom arasındaki ilişkilerin düzene girmesi gerektiğini vurguladı.
Aıak, bugün Avrupa’da şehiriçi sabit telefon işini rekabete açmamış başka bir ülke bulunmadığına işaret ederek, bunun enteresan bir durum olduğunu belirtti. Arıak, “Telepati”nin gündemdeki konulara ilişkin sorularını şöyle cevaplandırdı.
Şu an uzak mesafe telefon hizmetleri ne durumda?
Uzak mesafe telefon hizmetlerinde durum; başlangıçta bu işe girip, yatırım yapan firmaların iyi bir durumda olmadığı yönünde. 45 civarında firma lisans aldı. Bunların 12 tanesi lisansını iade etti. Para verip aldığı halde vazgeçti. Uzak mesafe telefon işini gerçekten yapıyorum diyen firma sayısı 10-12 tane. Bunların hepsi para kazanmak istiyor, ancak sürekli personel azaltmak zorunda kalıyorlar. Bu alan telefon hizmetinde ve serbestleşme sonucu ortaya çıkacak bütün hizmetlerde bir fidanlık görevi yapacak nitelikte. Burada başarılı olan, burada para kazanan firmalar şehiriçi rekabete açılınca, şehriçi rekabete girecek. GSM telefonları üzerinden verilen çeşitli hizmetler var; bazı şebekeler üzerinden verilen katma değerli hizmetler var. Bu alanlara girip çalışma yapmayı düşünen firmalar, sadece uzak mesafe hizmet vermeyi düşünen firmalar değiller.
Fakat bu firmalar büyüyemediler, gelişemediler ve başka alanlara da sıçramaları mümkün olamadı. Serbestleşmenin şu andaki durumu bu. Yapılan hesaplarda şu görülüyor ki, Türkiye’de telefon işletmecilik sektöründe serbestleşmenin getirdiği oran yüzde 2.5 civarında. Bu çok düşük bir rakam. Durum böyle olunca, çok farklı hizmetlerin, daha kaliteli hizmetler biçiminde vatandaşa yansıması mümkün olamıyor. İnternet alanına da bakarsanız, aynı şeyi göreceksiniz. Avrupa’da bugün İnternet hizmeti yarı yarıya alternatif işletmecilerce veriliyor. Biz de kendine ait İnternet hizmeti veren herhangi bir firmamız yok. Herkes TTNet’e bağlı, TTNet’in kisvesi altında hizmet veriyor.
Dolayısıyla serbestleşmede artık herkes görüyor ve hiç kimse reddetmiyor ki, başarılı olunamadı. Bu işten sorumlu olanlar da; Ulaştırma Bakanlığı’ndakiler de; Telekomünikasyon Kurumu’ndaki görevlilerde bunu kabul ediyorlar. Çünkü bu çok net bir durum. AB Kuruluşlarıyla konuştuğumuz zaman; AB’deki bizim karşılığımız olan ECTA ile konuştuğumuz zaman durum çok daha açık ortaya çıkıyor.
Serbestleşmenin belli bir yere gelmesi; tabi sivil toplum örgütleri olarak bizim konuyu ne kadar anlatabildiğimize, ne kadar etkileyebildiğimize bağlı. Siyasi iradenin de olayı ne kadar teşhis edebildiğine bağlı.
Ulaştırma Bakanı, Hava Ulaşımı’nda çok başarılı, serbestleşmede çok başarısız. Bunu görmesi gerekiyor. Bugün Türkiye’de Türk Hava Yolları da, özel şirketler de başarılı bir şekilde çalışıyorlar. Bu rekabet Türk Hava Yolları’na çok yaradı. Neden aynı şey telekomünikasyon alanında da olmasın.
Bundan 8-9 sene evvel de Türkiye’de 3 GSM, 1 sabit telefon şirketi vardı. Şimdi de yine öyle. Bakın duruma 8-9 sene evvel de para kazanan sadece Türk Telekom ve Turkcell’di. Bugün de hala öyle. Diğerleri para kazanıyor mu? Türkiye üstelik varolan kablo firmalarını da yok etti. Gelir paylaşımı esasına göre çalışıp, daha sonra lisans alan firmalar da aşağı yukarı kapandılar. Sadece kağıt üzerinde varlar. Personellerini çıkardılar. Bu iki iş aynı bakanlığın eliyle yapılan iş. Bu konuyu, Ulaştırma Bakanımızın değerlendirmesi gerekir. Neden burada başarılı oldu da bura da olunamadı diye.
Telekomünikasyon alanı içeriden ve dışarıdan çok yatırımcı çekebilecek bir alan. Yaptığımız şey özelleştirme oldu. Yeni yatırıma kimse gelmiyor. Önemli alternatif işletmeci olan Tele2/İsveç firması geldi, uzak mesafe lisansı aldı. Baktı ki iş yapamıyor, bıraktı gitti. Bu bir ölçü. Başka firmalar da akın akın gelip, firmaları satın alalım, yatırım yapalım demiyorlar. Demek istiyorlar ama diyemiyorlar.
Sayın bakan özelleştirme olunca serbestleşme tamamdır diye düşünüyor. Öyle değil.
En yanlış yere kurulmuş hava alanları bile iş yapar hale geldi. Türk Hava Yolları’na rakip firmaların yaşaması için gerekli şartlar oluşturuldu. Yoksa hep Türk Hava Yolları korunmaya çalışılsaydı bu olmazdı.
Bugüne kadar Türk Telekom korundu ve korunmaya da devam ediliyor. Rakipler piyasaya giremiyor, çalışamıyor. Rakiplerin korunması lazım. Türk Telekom zaten yeterince büyük. 2006’da yüzde 50’den fazla kar etti. Böyle bir şirket Türkiye’de ve dünyada yok. Sayın Bakanın buna da bakması lazım. Burada çok açık bir başarısızlık var.
Uzak mesafede hal böyleyken, şehiriçi rekabete açıldığı zaman başarı ne olabilir?
Bu çok düşündürücü. Şehiriçi rekabet için yönetmelik çıkarılıyor; ancak sürecin ne zaman başlayacağı belli değil. Sürekli olarak bir hizmetin ne zaman başlayacağının bilinmemesi; başlayıp, başlamayacağının bilinmemesi, gerek yerli yatırımcı gerekse yabancı yatırımcı için hep böyle caydırıcı etken. Geçmişte bir tecrübemiz var, bir yabancı gelip bize sorduğu zaman bunu söylüyoruz. Geçmişte de Telekomünikasyon Kurulu’nun karar alıp, Bakanlığın bir yıldan fazla beklettiği durumlar oldu. Bakanlar Kurulu’ndan onay işinin çok geciktiği durumlar oldu. Böyle bir ortamda yatırımcı olmak çok zor bir iş. Telekomünikasyonda teknoloji ve her şey çok hızlı değiştiği için; kimsenin bir sene içinde olabilir de olmayabilir de denilen bir şeye yatırıma cesareti yok. Onun için bu belirsizlikler, bu gecikmeler hep işletmecilerin adım atmasını önleyen şeyler. Cesaret kırıcı oluyor…
Kablo altyapısında hukuki bir anlaşmazlık var ve altyapı hemen hemen ölü bir durumda. Kabloda devletin de çıkarına olabileceği belirtilen bir çıkış noktasından sözediliyor; bu da tamamen özelleştirilmesi.
Kablo tabii bizim en önemli konularımızdan birisi. Bugün uzak mesafe ve şehiriçi için bahsettiğimiz sorunlar eğer kablo konusu çözülmüş olsaydı farklı bir yerde olurdu. Neden farklı bir yerde olurdu? Çünkü kablo şebekesi Türkiye’nin bütün büyük illerinde var. Türkiye’nin büyük 20 yerleşim noktasında var. Orada bir özel işletmeci olsaydı; uzak mesafecilere, İSS-İnternet Servis sağlayıcılara elinden geldiğince servis yaratmaya çalışacaktı. Altyapısı üzerinden hizmet satmaya çalışacaktı ve Türk Telekom’la rekabet edecekti. Ve böylece, hem kablo sektörü kendisi büyüyecekti hem de uzak mesafeci, İSS’lerin de diğer sektörlerin de büyümesine yardım edecekti. Bugün biz alternatif işletmeciler, sadece Türk Telekom’un altyapısına mahkum durumdayız. Onun için büyüme çok zorlaşıyor. Bu bakımdan kablo aslında Türkiye’de serbestleşmenin gerçekleşebilmesi için kilit konumda . Mücadelelerin sonucunda 2006’nın Nisan ayında lisanslar verildi. Dikkat ederseniz, o lisansları da sadece bu işi daha önce gelir paylaşımı sözleşmesine göre yapan firmalar aldı. Başka hiç kimse almadı. Neden? Çünkü sadece onların bir şebekesi vardı. Şebekeniz yoksa, başkasının şebekesini kullanarak hizmet veriyorsanız bu çok zor bir iş. Onun için başkaları bu kadar önemli bir alana girip lisans almadı.
Kabloda TÜRKSAT bir hukuki ihtilaf çıkarttı. Bu şebeke sizin değil, benimdir dedi. Halbuki o şebekeyi bu firmalar yapmıştı. 9 yıldır da onlar işletiyordu. İş mahkemeye gitti. Dolayısıyla TÜRKSAT, siyasi iktidarın da gözü önünde bu çok önemli milli şebekemizin üstüne ölü toprağı serdi . Bu davalar uzun zaman alır. Onun için bu işin TÜRKSAT’ın insafına bırakılmaması lazım. Siyaseten bu işe el atılması lazım. Bizim kanaatimiz de şu; Türkiye’deki altyapılar, yasal olarak lisans süresi bitiminde devlete dönüyor. Bu altyapıları yönetmekle görevli olan kuruluş Telekomünikasyon Kurumu’dur. Telekomünikasyon Kurumu siyasi irade ile birleşir de bu işe el atarsa, konuya mahkeme dışında bir çözüm bulunabilir. Mahkemeler beklenirse, aradan 2-3 sene daha geçeceği için; bu altyapı yeni yatırım yapılmadığı için; kötü işletmecilik yapıldığı için; yeni müşteriler kazanılamadığı için çok daha büyük zararlar görecektir.
Biz Telekomünikasyon Kurumu’nda böyle bir eğilim görüyoruz. Bu konuyu çözmekle ilgili bir niyetleri var. Çünkü onlar açısından da bu biraz onur kırıcı oldu. Lisans verdiler, firmalar lisans aldı. Yeni hiçbir adım atılamıyor. Başka firmalar da gelip bu işi alayım demiyor. Demek ki bu işe meraklı sadece 4 tane firma varmış. Onlar da eski gelir paylaşımı sözleşmesiyle çalışan firmalar.
Onun için bu işe siyasetin ve Telekomünikasyon Kurumu’nun el atması gerekir. Bu altyapımızı ayağa kaldırabilirsek çok büyük avantajlar sağlayacağız.
İnternet’te Avrupa ortalamasında (Geniş bant hızlı İnternet) hizmetin üçte ikisi ADSL üzerinden veriliyor. Üçte biri kablo üzerinden veriliyor. Demek ki; hem ADSL (Bakır Hatlar) üzerinden hizmet veren firmalar birbiriyle rakip, hem kablo üzerinden hizmet veren firmalar birbiriyle rakip; hem de bu altyapılar birbiriyle rakip. İşte yaygınlaşma, ucuzluk, kalite buradan çıkıyor.
Bizim de kablo şebekemiz var. Ama TÜRKSAT ben bunu çok seviyorum diyerek şu anda boğazını sıkıyor. Arkasından da devlet memuru mantığıyla ne yapalım mahkemeye gidildi artık bir şey yapamıyoruz diyor. Türkiye buna razı olabilir mi?
Ulaştırma Bakanı Türk Telekom’un özelleştirilmesi sırasında da kablo konusunu çok ele almıştı. Kablo altyapısına 2 milyar Dolar değer biçiyordu. “Türk Telekom ucuza satıldı” diyenlere “2 milyar Dolar’lık kablo şebekesini ayırdık, onu da ayrıca özelleştireceğiz” diyordu. 2 milyar Dolar’lık bir değer şimdi çürütülüyor. Buna bir şey yapılması gerekir, bu bir siyasi sorumluluktur.
Firmaların iddialarıyla, TÜRKSAT’ın iddiaları mahkemede. Çözüm; bunları beklemeden bulunan bir yoldur. Böyle bir yol bulunabilir. Çözüm; hukuki meseleyi çözmeye çalışmak değildir. Çözüm, tarafların hepsinin kabulleneceği bir özelleştirme programını uygulamak.
Örnek olarak Telsim’in özelleştirilmesini verebiliriz. Telsim’de ne kadar büyük ihtilaflar vardı. Uzanlar’ın sayısız ihtilafı vardı. Telsim de o sayısız itilafın bir parçasıydı. Hatta yurtdışından çok büyük iki firmayla büyük ihtilaf vardı. Bütün bu ihtilaflara rağmen TMSF Telsim’i özelleştirebildi. Aynı şey kabloda da yapılabilir. Hiçbir engel yok. Türkiye bunun yapılabileceğini gördü, gösterdi.
Telekomünikasyonda zaman çok önemli. Teknolojiler gelişiyor, firmalar gelişiyor, başka gelişmeler oluyor. Kabloya bu arada yazık etmemek lazım. Türkiye’nin elindeki bu imkanı değerlendirmesi lazım. Çözümü var: Telsim’i çözen, Türkiye kablo servislerini niye çözemesin?
Rekabet Kurulu, Türk Telekom özelleştirilmeden önce Kablo Altyapısı’nın Türk Telekom’un bünyesinden ayrılıp; ayrıca özelleştirilmesini kararlaştırmıştı. Bunun yapılabilmesi için de kablo konusu TÜRKSAT’a devredildi. Demek ki kablo konusu TÜRKSAT’a emaneten verildi. Özelleştirilinceye kadar sende geçici olarak dursun denildi. Ama TÜRKSAT ben işletmecilik yapacağım diye bunu müthiş sahiplendi. Kablo sektörü öldürülüyor.
TÜRKSAT eline aldığı her konuyu öldüren bir yapı haline geldi. Çünkü TÜRKSAT bir kamu iktisadi teşekkülü. Telekomünikasyon, e-Devlet Kapısı, Kablo ve uydu gibi konuları başarıyla yönetebilecek durumda değil. Ve bana göre yönetimi çok kötü. Buna göre örgütlenmiş değil. TÜRKSAT Türkiye’ye çok pahalıya mal oluyor.. En kısa zamanda en büyük sıkıntıları yaratmış kuruluş olarak karşımızda. TÜRKSAT’ın işi, uydu işinde işletmecilik yapmak, uydu kapasitesi temin etmek, Türkiye’nin uydu konularını yönetmek.
Ulusal uydu yapımı konusuna da mı eleştirisel bakıyorsunuz? TÜRKSAT’ın tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bana göre, TÜRKSAT Türkiye’deki uydu meselelerini yürütmek üzere ve Türk Telekom özelleştirileceği için kuruldu. Gerekli olduğu için kurulmuş bir kuruluş değil. Böyle bir kuruluşa Türkiye’nin ihtiyacı yoktu. İhtiyaç, Türk Telekom’un özelleştirilmesiyle ortaya çıktı. Türkiye uyduyu stratejik saydı. Stratejik sayınca bunu özelleştirmeyelim dedi. Ve bütün kamu kuruluşları satılırken, tutup bir kamu kuruluşu, bir KİT kurdu. Bizim kanaatimizce uydu stratejik değil.
Uydu konusunu yönetmek stratejiktir ama, uydunun mülkiyetini cebine koymak stratejik değildir. 35 bin kilometre ötedeki bir cihazın kontrolü sizden çok daha fazla başkalarının elindedir.
İkinci husus, uydu haberleşmeleri normal olarak güvenli haberleşmeler değildir. Çok özel şifrelemeler olmadıkça, uydu yayınlarını herkes alabilir. Şifrelemişseniz, bazıları açamaz. Bugün için uydu haberleşmesinde en ağırlıklı kesim, televizyonlarla ilgilidir. Stratejik konular değildir. Televizyon yayınlarını Avrupa’da, Amerika’da özel uydular üzerinden alıyorlar. Dolayısıyla biz de bunu çok stratejik görmüyoruz. Ama Türkiye her şeyi özelleştirirken, dönüp uydu konusunda bir KİT kurdu. Ve o KİT şimdi başlangıçta düşünülmeyen konuları da üstüne alarak, giderek büyüyen ve faydalı olmayan işler yapıyor.
TÜRKSAT para kazanabilsin diye özel firmaların verdiği uydu hizmetlerine büyük bir kısıtlama getirildi. 2 sene önce TÜRKSAT’a yönelik bir değişiklik yapıldı; Türkiye’deki tüm kamu kuruluşlarına sadece TÜRKSAT’ı kullanma zorunluluğu getirildi. TÜRKSAT devlet kuruluşlarına, kendi istediği şartlarda ve fiyatta uydu hizmeti satıyor. Birden bire TÜRKSAT para kazanmaya başladı. Halbuki burada öteki firmaların iş yapması engellendi. Uydu hizmeti veren firmalar batırıldı. TÜRKSAT, dünyanın çok üzerinde fiyatlarla kamu kuruluşlarına hizmet veriyor. Tabii ki çok yüksek fiyata hizmet sattığı için, para kazanmış gibi görünüyor. TÜRKSAT, sadece karlı gibi görünüyor. Verilen hizmeti Dünya rayiç bedelleri ile hesaplarsanız, gerçek durum ortaya çıkacaktır.
Sonuçta uydu hizmeti veren yerli özel firmalar çok küçüldü veya battı. Çünkü sektörün yüzde 70’i kamu kurumlarından besleniyordu. Bu firmalar artık kamuya hizmet veremedikleri için onlar battı. TÜRKSAT ise para kazanıyormuş gibi görünüyor.
Arkasından TÜRKSAT’a kuruluş amacıyla alakası olmayan; e-Devlet Kapısı işi verildi. E-Devlet Kapısı işi bir buçuk senedir bitmiş olması gereken bir iş. Ama bitirilemiyor.
Hükümet bir taraftan diyor ki: “Her şeyi özelleştirmek lazım”. Öbür taraftan, e-Devlet Kapısı’nı devletleştiriyor. Uyduyu devletleştiriyor. Kabloyu devletleştiriyor. Arkasından daha önce hiç konuşulmamış ve tartışılmamış ve Türkiye’de niye öncelikli olduğu belli olmayan yerli uydu yapma konusu ortaya çıkartıyor. TÜRKSAT uydu işletirken; uydumuzu biz niye yapmayalım noktasına geldi. Soru şöyle olmalı: Niye yapmayalım değil, neden yapalım? Türkiye’de uydu gibi pek çok alan var. Biz bu alanların birçoğuna girmiyoruz. Bazılarına ise giriyoruz. Uydu alanına girmemiz için de; ya bunun çok karlı olması lazım, ya da hiçbir şekilde özel sektör eliyle yapılamıyor olması lazım. Veya bundan, Türkiye için hayati faydaların sağlanıyor olması lazım. Bunların hiçbirisi hiç kimseye anlatılmadı. Uydu imal etmenin neden önemli olduğu hiç kimseye anlatıldı mı?
Hele dünyada devlet eliyle uydu imal etme konusunu icat eden de, ilk defa TÜRKSAT yöneticileri oldu. Devlet eliyle uydu yapan sadece eski Sovyetler Birliği vardı. Sadece kendi ihtiyacın için uydu yapılmaz. Uydu dünya çapında yapılan bir iş. Başkalarına da satmanız lazım.
Devlet eliyle uydu yapacağız. Ve bu iş çok faydalı bir iş olacak denildi. Bu iş bizim kanaatimize göre yeterince konuşulmamıştır, tartışılmamıştır. 20-30 tane mühendisi yurtdışında eğiterek uydu falan yapamayız. Öyle bir şey olamaz.
TELKODER üyeleri içinde Türkiye’nin çok tecrübeli uydu uzmanları var. Uydu işletmeciliği yapan, daha önce Türkiye’nin uydularını atan firmalarla birlikte çalışan birçok üyeye sahibiz. Ve hiçbirisi bu projeye inanmıyor. Biz bu işten çok rahatsızız. Paralarımızın doğru yere harcandığı kanısında değiliz. Türkiye’nin uydu yapması konusu yanlış kurulmuş ve yanlış ilerleyen bir konudur. Anlaşmalar yapıldı, paralar harcanıyor. Türkiye’yi bir yola soktular. Kendimiz uydu yapacağız diye; devlet memuru mühendislerle uydu atılması diye bir örneğin olamayacağını maalesef göreceğiz. Ama, çok para harcanmış olacak. Ya da biz yapıyormuş gibi olacağız ama yine de yabancılar yapacak. Vatandaşların gururunu okşayacak neler söylenirse söylensin iyi düşünülmüş, doğru bir proje olduğu kanısında değilim.
Dünyada bir kural var; bir kuruluşun iyi tarif edilmiş bir hedefi yoksa; bir sürü hedefi varsa; o kuruluş şaşar. İyi çalışmaz. Başarılı olması da beklenemez.
ARGE’nin gelişmesi için Maliye Bakanlığı bir yasa taslağı hazırladı. Telekomünikasyon
sektörü ARGE desteklerinden ne kadar yararlanır?
ARGE özellikle işletmeci ve imalatçı kuruluşların, rakiplerine göre kendilerini daha avantajlı hale getirmek için ihtiyaç hissettikleri bir şey. ARGE sonucunda ortaya çıkan sonuçlarla firmalar maliyetlerini düşürürler, yeni hizmetler verebilirler. Firmalar bunu neden ister? Rakiplerinden daha iyi olmak için. Telekomünikasyon sektöründe rekabet var mı? Çok sınırlı.
Onun için Türkiye’deki ARGE destekleri çok az kişi veya kuruluşun işine yarıyor. Tabii ki mevcut firmaların ARGE sonuçlarını kullanmaya ihtiyaçları var. Türk Telekom, Turkcell tabi ki kullanacak. Ama bunlar ciddi rekabet altında kuruluşlar olmadıkları için, Türkiye’de ARGE konusunda istediğiniz teşviki yapın; ortaya çıkacak ARGE çalışmaları çok yüksek miktarda olmaz. Ciddi rekabet olursa, ARGE asıl o zaman olur.
Kablo firmaları çalışıyor olsalardı; Türk Telekom’la rekabet ediyor olurlardı. İnternet firmaları olsaydı, karşılarında dev gibi Türk Telekom olurdu. Onunla rekabet edebilmek için hep yenilik yapmaya, ARGE sonuçlarını alıp kullanmaya ihtiyaç hissederlerdi. Öyle bir durum olmadı. Öyle bir durum olmadığı için bugün ARGE yapan firmalardan kim talep ediyor ARGE’yi: Türk Telekom veya sadece Turkcell. Türk Telekom ve Turkcell gibi kuruluşlar da büyük kuruluşlardır. Genellikle bütün dünyada kabul gören başka yerlerde üretilmiş bilgileri kullanmaya daha yatkındırlar.
Onun için Türkiye’de telekomünikasyonda ARGE konusunda bir hata var. Telekomünikasyonda ARGE’nin gelişmesi serbestleşmeye bağlı. Serbestleşme şu anda Türkiye’de çok kötü durumda. ARGE’yi ne kadar teşvik ederseniz edin, yeterince gelişmeyecektir. Dünya çapında büyük çaplı ARGE oluşturma imkanımız yok. Çünkü, kendi topraklarımızda ARGE’nin sonuçlarını kullanabilme imkanına maalesef sahip değiliz.